Kuruluş Gerekçemiz

Ülkemizde 1830’lu yıllardan itibaren gündeme gelen yerel meclisler, muhtarlık ve belediye örgütlerini göz önüne aldığımızda, 200 yıla yaklaşan bir yerel yönetimler tarihi ve geleneği bulunuyor.

1970’li yıllardaki toplumcu belediyecilik deneyiminin ve 1980 sonrası yerel yönetimlerden yana gelişen dünya konjonktürünün de etkisiyle Türkiye’de de metropol alanlar için yeni bir yönetim sistemine geçildi, belediyelerin yetkileri, sorumlulukları ve gelirleri artırıldı. Ancak, her ne kadar 2000’li yıllarda Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinin ve ülke içinde demokratikleşme taleplerinin sonucu olarak yerel yönetimler için birtakım yeni yasal düzenlemeler yapılsa da beklenen gelişmeler sağlanamadı. Özellikle de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş ile birlikte Türkiye yeniden merkezileşmeye ve yerel yönetimler üzerinde daha ağır bir "vesayet" işletilmeye başlandı.

 

Vesayet ve Yetki Karmaşasının Gölgesinde

Bugün gelinen noktada merkezi idare yerel yönetimlerin yetki alanlarına keyfi bir biçimde müdahalede bulunmakta, belediyelerin plana aykırı bulduğu için yapı izni vermediği projelere izin vermekte, hatta İstanbul Taksi örneğinde olduğu gibi UKOME atamaları ile günlük yaşama müdahil olmaktadırlar.

Tüm bu sorunların yanı sıra, kendi anayasamıza ve Yerel Yönetimler Özerklik Şartı gibi uluslararası belgelere aykırı şekilde yargı kararı beklenmeksizin kayyum uygulamalarına gidilerek vatandaşların iradesi yok sayılıyor.

Yerel yönetimlerin gelirleri, yetki ve sorumluluklarındaki genişlemeye paralel bir şekilde artmadığı gibi ekonomik kriz, pandemi ve devamında yaşadığımız deprem felaketi yerel yönetimleri mali açıdan çok zor duruma düşürmüştür. Belediyelere aktarılması gereken Konaklama Vergisi Hazineye aktarıldığı gibi, merkezi idare tarafından SGK ve Vergi Borçları gösterilerek icra tehditleri mali darboğazın üzerine tuz biber olmuştur.

 

Katılımcılık ve Saydamlığın Çok Uzağındayız

Öte yandan yerel yönetimlerin kendi yapılarında ve işleyişlerinde de ciddi sorunlar yaşanıyor. Yerel yönetimlerin katılımcı, saydam, izlenebilir, denetlenebilir ve hesap sorulabilir bir yönetim anlayışının oldukça gerisinde olduğu bir gerçek. Temsili demokrasinin ötesine geçebilecek mahalle meclisleri, yerel inisiyatifler, kooperatifler, katılımcı bütçe ve dijital demokrasi gibi uygulamalar ise henüz ya başlangıç düzeyinde ya da son derece yetersiz. Kent Konseyleri kuruluş umutlarının ötesinde belediye başkanlarının iktidar aracı gördükleri arka bahçeleri durumunda. Yerel düzeyde giderek karmaşıklaşan kentsel sorunlar karşısında ihtiyacı daha fazla hissedilen teknokratik ve bürokratik kadrolar yerine liyakatten uzak ve siyasi kaygılarla oluşturulan bir personel rejimi tercih ediliyor. Etken ve demokratik bir işleyişten son derece uzak olan yerel yönetimler, kent hakkı ekseninde ekonomik ve kimlik eksenli eşitsizlikleri göz önünde bulundurarak; kadınlar, çocuklar, yaşlılar, engelliler gibi farkı toplumsal kesimlerin ihtiyaçlarını merkeze alarak, toplumsal cinsiyet ve ekolojik dengelere duyarlı davranarak sürdürülebilir politikalar geliştiremiyorlar.

Yukarıda kısaca saydığımız konu ve başlıklar, yerel yönetim yasa ve uygulamalarının tıkandığı, yerelde demokrasinin ancak kırıntılarının olduğu gerçeğinden hareketle, Toplumcu Demokratik Belediyecilik anlayışının inşasını kaçınılmaz kılmaktadır.

Bu amaçla 1 Ağustos 2024 tarihinde Yerel Reform Girişimi adını taşıyan bir dernek kurmuş bulunuyoruz.